18 Haziran 2012 Pazartesi

Dalgın Anne Fıkrası

Uzun zamandır vakit bulamadım bir iki satır karalamaya.. Vakit bulsam hevesim olmadı, hevesim olsa vaktim.. 

Neyse şimdi azıcık vaktim varken, unutmadan kısacık bir fıkra anlatayım istedim...

Ege'nin doğum günü yaklaşmakta ve bir sürü telaşın arasında bir de kıyafet telaşına düşmüş Ege'nin çatlak annesinin yaşanmış hikayesidir.. :))) Yani bu hikayedeki herkes gerçektir.. :)))

Anne Ege'yle aynı renk giyinme isteğiyle günlerce kıyafet aramış ve en sonunda vazgeçmiştir.. Bu vazgeçişlerden bir gün bir mağazada renkli şortlar görür ve heyecana kapılır.. Hemen bir görevli aramaya başlar ve bulduğu ilk görevliye 

-bunların tımbıtısı var mı acaba der.. 

Adam şaşkın şaşkın yüzüne bakarken anne buna bir anlam vermeden tekrarlar...

- tımbıtı, tımbıtı yahu...

adam efendim der bu sefer.. anne tekrarlar..

- tım bı..... ve bir an sessilik olur.. 

Anne kahkayı basar.. Ama ne gülmek.. Adam kadının deli olduğundan neredeyse emindir.. Bakışları bu yöndedir.. Bu bakışlar zaten gülmekten krize girmiş anneyi daha da güldürüyordur..

Anne kendini toparlamaya çalışıp adama bişiler söylemeye çalışır...

Kahkalarla karışık annenin ağzından şu sözler dökülür..

- Kusura bakmayın sizi de şaşırttım.. Oğlum pantolona TIMBITI diyor da.. :))))))))

Adam da anneye katılır beraber gülerler... Adam da Tımbıtının yeni bir model olduğunu düşündüğünü ve bilmediği için ne diyeceğini bilemediğini söyler...

Anne hala gülüyor... Ve anlattığı herkes de.. 

Not 1: Ege'nin lakabı oldu Tımbıtı...
Çevremizdekiler TIMBITI Ege diyorlar artık kendisine :))))


Neşeli günler dilerim...

İmza:
Çocuğun konuşmasını düzelteceğine,
Çocuğun kelimeleriyle konuşan Anne 



7 Mart 2012 Çarşamba

Ege düşerse :(

Uzun zaman oldu bişiler yaz(a)mayalı.. Vakit herşeymiş meğer ve ben bir zamanlar sıkılıyorum boş durmaktan dediğim iş günlerimi mumla aramaktayım şimdi...
Anları kaçırmamak ve unutmamak içik minik notlar alıyorum post-itlere.. oraya buraya yapıştırıyorum. Eğer birgün vakit bulup da toparlayabilirsem onları yazarım geçmiş zaman postları olarak diye umut ediyorum...

Gelelim bugüne.. Neden mi bugün? Çünkü vaktim var, gerginim ve uykum yok.. Yazmak için şartlar olgunlaşmış yani :))

Bu akşam babaanne akşamımız.. Anneannemiz gitti babaannemiz geldi. Ege çok mutlu ve bir o kadar da şımarık. Babamız da evde olunca evde alışık olmadığı bir harala gürele durumu var..

Yemekler hazırlandı.. Akşamın ilk sorunu Ege'yi mama sandalyesine oturtup yemek yedirmekle başladı. Önce dakikalarca oturtmaya çalıştım sonra da 1 saat yemek yedirmeye.. Çok yoruldum çookkk.. O 2 kaşık yemek yedi, onla uğraşırken ben doydum zaten.. Yemek yesin diye bütün kurallarımız yıkıldı bir bir... Ve benim sinir katsayım yükseldikçe yükseldi... 

Ege'nin yemek faslı bittikten sonra herkes sofradan kalktı ben kaldım tabi.. Tam ağzıma bir lokma bişi attım ki Ege karşımda duran sandalyenin üstüne çıkma eyleminde bulundu.. Ben de Yücel yanına git dedim ama Yücel yerinden kalkmadan Ege'yi arkaya doğru ve kafasının üstüne düşerken gördüm... O an dünya başıma yıkıldı, kafamdam kaynar sular döküldü.... Anlatılır gibi değil yaşadığım şeyler.. ve 1 sn de aklımdan geçen onlarca ihtimal... Annelik delilik evet ama ben bu akşam zirvesinde dolaştım diyebilirim... 
Neyse ki bi yerine bişi olmadı, çok da canı acımadı ama diyorum ya benim ömrüm tükendi....

Sonra dedesini uğurlama sendromu başladı.. işaret parmağını sağa sola sallayarak "ayır" dedi onlarca kez... Bazen ağlamaklı bazen öfkeli bir sesle... Ne yaptıysak ikna edemedik.. En son çömelip ayakkabılarını giyen dedesinin yüzüne yüzünü yaklaştırıp "ayır gitme" dediğinde hepimiz koptuk tabi ve hep beraber dışarı çıkmaya karar verdik..Verdik değil aslında karar verildi ben de figüranlık yaptım.. Bence yanlış bir karardı ama savaşacak gücüm de yoktu... Çıktık dedemizi Beşiktaş'a bırakıp eve döndük.. Ağlamadı mı? derseniz. Ağladı tabi... Dedesi arabadan indiğinde de eve döndüğümüzde de... Yani bişi değişmedi.. Değişen uyku saati oldu sadece.. :((

Eve geldiğimizde zaten uyku saatimiz geçmişti...İzinli olan babamızın işe çağrılması da gecemize ayrı bir renk kattı.. Ege bu kez babasının arkasından ağladı ve uykunun verdiği etkiyle gerginlik tırmandıkça tırmandı..."Bu saatten sonra ben ne dersem o olur" dan emin olan Ege sabrımı ve sakinliğimi sonuna kadar kullandı.
Babaannesinin de yardımıyla tabi.. Açıkçası biraz destek bekledim.. "Hadi bak annen yatalım" diyor demek yerine onun oyununa eşlik etmemesini, uykusunu daha da açacak etkinlikler yapmamasını (hadi spor yapalım gibi) bekledim ama .. işte ama sadece...

Saat 22:10 olduğunda bunun sonunun gelmeyeceğini anladım ve kararlı davranarak kalkıp önce ışıkları sonra tv yi kapattım.. Zaten uykudan bayılmak üzere olan Ege meğer böyle bir hareket bekliyormuş benden, salondaki yer yatağına yattı, ben de yanına tabi.. elimi tuttu ve uykuya yenik düşmesi 10 dakika bile sürmedi...

Bu akşam arka arka yaşadığımız bu kötü olayların sebebinin Ege'nin düşmesi olduğunu düşünüyorum ve biliyorum ki yanlışlarla dolu bir akşam yaşadım, yaşattım...
 Ege düştü, benim gardım düştü.. Oysa ben güçlü ve sağlam durmalıydım. Yücel'in de dediği gibi "çocuk bu düşecek tabi" yi sindirip, benim verdiğim cevap olan "düşürmesek olmaz mı, illa düşürmek zorunda mıyız" ı bir kenara bırakmam gerekirdi.. Çocuğum için önlem almalı ama delirme noktasına gelmemeliydim...  Düştü diye, ağladı diye herşeye evet demelerine izin vermemeliydim... Uyku saatini geçirmesine gözyummamalıydım... dim dim dim... işte geçmiş zaman olur ki.. 

Bu dim ler olmadı ve delirme noktasında, kafasında onlarca kötü senaryo olan bir anne gerginliğiyle günü noktalıyorum..
Ve bundan sonrası için daha dikkatli ve daha soğuk kanlı olmak için kendimi telkin etme çalışmaları yapmaya başladım bile.. 

Ve Yücel gelir, bu yazı burda biter.. Sabaha kaldı düzenlemeler.. :)))

Son bir dilekle bitireyim yazımı. Bebeler düşmesin, anneler delirmesin... 
İyi geceler...

Sevgiler.....

Not: Sabah oldu işe geldim... Uykusuz bir gece geçirdim ve hala gerginim...

10 Şubat 2012 Cuma

Uykusuz Anneler Kulübü Demişken!

Uzun bir aradan sonra bulduğum kısacık bir zaman diliminde ben de bir iki laf edeyim şu uykusuzluk konusunda..

20 aylık koca adam oldu Ege... 20 ayda hayatımızda çok şey değişti aslında... Ben şimdi kendimi uykusuz hissetsem de aylar önceyi hatırladığımda -sadece 2 saat kesintisiz uyusam bana yetecek- dediğimi anımsıyor ve an itibariyle süper uykular çektiğimin farkına varıyorum..
Tabi insanoğlu hep daha fazlasını istiyor :) Şimdi de 5 saat uyusam yok yok yetmez 7 saat uyusam derken buluyorum kendimi....

Ege'nin doğduğu ilk gün hastanedeyiz.... Arada girdiği ağlama krizleri hariç sürekli uyuyor... Hemşireler sürekli odaya gelip uyandırıp emzirmem gerektiğini söylüyorlar... Tabi denileni yapıyoruz.. Hastanede 3 gün böyle geçiyor.. Hatta son akşam 4 saat uyumamıza izin bile verdiler... Sonra eve geldik ilk 5 gün herşey normaldi sanırım. 2 saatte bi emzirmek için uyanmak bana zor gelmiyordu da Ege hiç uyanmak istemiyordu... Altını açardık her seferinde uyandırabilmek için... Gündüz eve gelen bir sürü bir sürü misafir yemek yenilen gürültülü salonda bir bebeğin uyuduğunun farkına bile varmazlardı çoğu zaman...

5 günün sonunda Ege'nin içine canavar kaçtı ve emdiği ve uyuyabildiği zamanlar hariç hiç durmadan ağlayan bir bebeğe dönüştü... Kolik miydi, hasta mıydı derken zaman içinde nasıl uyutabilirsek öyle uyutalıma döndü olay... Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi böbreklerindeki kalsiyum taşlarıymış Ege'yi o kadar çok ağlatan... Sadece memede uyuyabilen bir bebeyle aylar geçirdim...(Bu arada benim memeler tam 3 ay boyunca yaraydı ve emzirirken ağlar kendimi tutamazdım) Memeden çekince eğer aynı pozisyonda yatmaya devam ederse uykuya devam edebiliyor kıpırdatırsak hemen gözleri açılıyor ve ağlamaya başlıyordu. Meğer taşlar yerinden oynayıp canını yakıyormuş... 
Uykusuz geceler başlamış oldu benim için... Emzirdikten sonra uyumaya devam etsin diye aynı pozisyonda dizime yatırıp, Ege uyanana kadar ben de öylece otururdum... 


Yaklaşık 2 aylıktı, çığlık çığlığa ağladığı bir gece saat 03:30 falandı sanırım... Battanesine koyup sallamayı teklif ettim Yücel'e... Sallamayın diye sürekli kızan Yücel uykusuzluktan öyle bir haldeydi ki kabul etti.. 2-3 dakika salladıktan sonra sustu ve de uyudu... Bir süre uykuya devam edebildi ama sonra gene çığlıklarla uyandı. Tavanlar delindi salıncaklar yapıldı ama paşa beğenmedi, illa biz sallayacağız... Tabi kısa sürede sallanmaya alışan Ege başka şekilde uyumayı reddetti. Tabi bunların hepsinin sebebinin böbreklerindeki taşlar olduğunu biz çok sonra öğrenecektik. Sallanınca rahatlıyormuş ve uykuya dalıyormuş, durunca da gene sancı yapıyor acıyla bağırarak uyanıyormuş  :( 

Babaanne ve dedesinin Ege'yi uyutma denemesi...

İşte bu da sonucu :)))

İşe başlama zamanım yaklaştıkça uyku için yeni çözümler üretme çabalarım arttı... Emin olduğum tek şey zaten sürekli ağlayan bebeğimi bide uyku eğitimi için ağlatamayacağımdı. 

Duvara el hizasına bir kanca çakıp oraya bezin bir tarafını bağlayıp bir tarafı da elimizde olacak şekilde tek kişilik bir sallama düzeneği kurdum... Orada uyuduktan sonra da ayağımızda sallamaya devam ederek uyku devamlılığını sağladık... Kaç gece ayağımda Ege, yanımda laptop sabahladım hatırlamıyorum...  Benim gibi uyumayan Haziran Anneleriyle konuşurduk çoğu zaman ve yalnız olmadığımı bilip mutlu olurdum...İyi varsınız analar.. Hayatımdaki yeriniz vazgeçilemez biliyorsunuz değil mi?

Sadece ben değil tabi babamızda ayakta sallama mesaisine kalıyordu.

Gezmelerde resim hep aynı yere oturmuş anne ayakta sallanan Ege...

Uykusuz geceler boyunca hep pişmanlıklar yaşadım. Keşke böyle alıştırmasaydım, keşke şöyle yapsaydım diye ta ki böbrekteki hain taşlardan haberdar olana kadar. Ultrason çeken uzman sallayınca rahatlıyordur dediğinde bir ferahlık geldi bana ve bütün pişmanlıklarım hooop çöpe... :)) 
6. ayın sonunda taşlardan kurtulmuş ve uyku süreleri biraz uzamıştı ama uykuya dalma şekli değişemiyordu tabi... Çarşafta ya da ayakta sallanacaktı. Bir süre sonra çarşaf unutuldu ayakta sallanmaya başladı... Sonra da anneannemiz bize bir salıncak aldı... Tekrar tavanlar delindi salıncak asıldı ve Ege sallanırken uyumaya başladı... 

Ve bir akşam gene salıncaktayken salonda yere kurduğumuz yatağını gösterip oraya dedi... Aldım yatırdım yatağa.. Bana da yat dedi, elimi tuttu ve ellerimi okşayarak uykuya daldı...
O gün bugündür gündüz uykularımız salıncakta akşam uykularımız da annesi yanında olduğu sürece herhangi bir yerde haline dönüştü...

Genel uyku pozisyonumuz :)

Geceleri bazen 3 bazen 10 kere uyanıyor... Bazen beni görür görmez yatıp uyumaya devam ediyor, bazen gene elimi tutmak istiyor, bazen de al beni diyor yanıma geliyor... Ben onun yanındaysam eğer uyandığında beni görüp uyumaya devam ediyor...
Çalışan bir anne olmam yüzünden mi bilmiyorum ama sabaha karşı yanıma almak hoşuma bile gidiyor. Sabah beraber uyanmaktan hoşlanıyorum.. Hatta mucize yaşanan gecelerde yani Ege yanıma gelmemişse ve sabah onunla uyanmamışsam gün içinde Ege'yi daha çok özlüyorum sanki...

Bide zamanla alıştım uykusuzluğa sanırım.. Artık eskisi kadar şikayet etmez oldum.. Ve de uykusuz geceler de sinir krizleri geçirmez oldum... Hatta sabah 6 da uyanıp arabalarla oynamak isteyen oğluma kızmak yerine onunla oynamaktan zevk alır oldum... 

Ben de aynı böyle bir çocukmuşum.. Annem öyle diyor.
Ben de annem gibi uykusuz anneler kulübü üyesiyim...
İyi ki varsınız uykusuz anneler diyorum ve size sevgilerimi yolluyorum...