18 Haziran 2012 Pazartesi

Dalgın Anne Fıkrası

Uzun zamandır vakit bulamadım bir iki satır karalamaya.. Vakit bulsam hevesim olmadı, hevesim olsa vaktim.. 

Neyse şimdi azıcık vaktim varken, unutmadan kısacık bir fıkra anlatayım istedim...

Ege'nin doğum günü yaklaşmakta ve bir sürü telaşın arasında bir de kıyafet telaşına düşmüş Ege'nin çatlak annesinin yaşanmış hikayesidir.. :))) Yani bu hikayedeki herkes gerçektir.. :)))

Anne Ege'yle aynı renk giyinme isteğiyle günlerce kıyafet aramış ve en sonunda vazgeçmiştir.. Bu vazgeçişlerden bir gün bir mağazada renkli şortlar görür ve heyecana kapılır.. Hemen bir görevli aramaya başlar ve bulduğu ilk görevliye 

-bunların tımbıtısı var mı acaba der.. 

Adam şaşkın şaşkın yüzüne bakarken anne buna bir anlam vermeden tekrarlar...

- tımbıtı, tımbıtı yahu...

adam efendim der bu sefer.. anne tekrarlar..

- tım bı..... ve bir an sessilik olur.. 

Anne kahkayı basar.. Ama ne gülmek.. Adam kadının deli olduğundan neredeyse emindir.. Bakışları bu yöndedir.. Bu bakışlar zaten gülmekten krize girmiş anneyi daha da güldürüyordur..

Anne kendini toparlamaya çalışıp adama bişiler söylemeye çalışır...

Kahkalarla karışık annenin ağzından şu sözler dökülür..

- Kusura bakmayın sizi de şaşırttım.. Oğlum pantolona TIMBITI diyor da.. :))))))))

Adam da anneye katılır beraber gülerler... Adam da Tımbıtının yeni bir model olduğunu düşündüğünü ve bilmediği için ne diyeceğini bilemediğini söyler...

Anne hala gülüyor... Ve anlattığı herkes de.. 

Not 1: Ege'nin lakabı oldu Tımbıtı...
Çevremizdekiler TIMBITI Ege diyorlar artık kendisine :))))


Neşeli günler dilerim...

İmza:
Çocuğun konuşmasını düzelteceğine,
Çocuğun kelimeleriyle konuşan Anne 



7 Mart 2012 Çarşamba

Ege düşerse :(

Uzun zaman oldu bişiler yaz(a)mayalı.. Vakit herşeymiş meğer ve ben bir zamanlar sıkılıyorum boş durmaktan dediğim iş günlerimi mumla aramaktayım şimdi...
Anları kaçırmamak ve unutmamak içik minik notlar alıyorum post-itlere.. oraya buraya yapıştırıyorum. Eğer birgün vakit bulup da toparlayabilirsem onları yazarım geçmiş zaman postları olarak diye umut ediyorum...

Gelelim bugüne.. Neden mi bugün? Çünkü vaktim var, gerginim ve uykum yok.. Yazmak için şartlar olgunlaşmış yani :))

Bu akşam babaanne akşamımız.. Anneannemiz gitti babaannemiz geldi. Ege çok mutlu ve bir o kadar da şımarık. Babamız da evde olunca evde alışık olmadığı bir harala gürele durumu var..

Yemekler hazırlandı.. Akşamın ilk sorunu Ege'yi mama sandalyesine oturtup yemek yedirmekle başladı. Önce dakikalarca oturtmaya çalıştım sonra da 1 saat yemek yedirmeye.. Çok yoruldum çookkk.. O 2 kaşık yemek yedi, onla uğraşırken ben doydum zaten.. Yemek yesin diye bütün kurallarımız yıkıldı bir bir... Ve benim sinir katsayım yükseldikçe yükseldi... 

Ege'nin yemek faslı bittikten sonra herkes sofradan kalktı ben kaldım tabi.. Tam ağzıma bir lokma bişi attım ki Ege karşımda duran sandalyenin üstüne çıkma eyleminde bulundu.. Ben de Yücel yanına git dedim ama Yücel yerinden kalkmadan Ege'yi arkaya doğru ve kafasının üstüne düşerken gördüm... O an dünya başıma yıkıldı, kafamdam kaynar sular döküldü.... Anlatılır gibi değil yaşadığım şeyler.. ve 1 sn de aklımdan geçen onlarca ihtimal... Annelik delilik evet ama ben bu akşam zirvesinde dolaştım diyebilirim... 
Neyse ki bi yerine bişi olmadı, çok da canı acımadı ama diyorum ya benim ömrüm tükendi....

Sonra dedesini uğurlama sendromu başladı.. işaret parmağını sağa sola sallayarak "ayır" dedi onlarca kez... Bazen ağlamaklı bazen öfkeli bir sesle... Ne yaptıysak ikna edemedik.. En son çömelip ayakkabılarını giyen dedesinin yüzüne yüzünü yaklaştırıp "ayır gitme" dediğinde hepimiz koptuk tabi ve hep beraber dışarı çıkmaya karar verdik..Verdik değil aslında karar verildi ben de figüranlık yaptım.. Bence yanlış bir karardı ama savaşacak gücüm de yoktu... Çıktık dedemizi Beşiktaş'a bırakıp eve döndük.. Ağlamadı mı? derseniz. Ağladı tabi... Dedesi arabadan indiğinde de eve döndüğümüzde de... Yani bişi değişmedi.. Değişen uyku saati oldu sadece.. :((

Eve geldiğimizde zaten uyku saatimiz geçmişti...İzinli olan babamızın işe çağrılması da gecemize ayrı bir renk kattı.. Ege bu kez babasının arkasından ağladı ve uykunun verdiği etkiyle gerginlik tırmandıkça tırmandı..."Bu saatten sonra ben ne dersem o olur" dan emin olan Ege sabrımı ve sakinliğimi sonuna kadar kullandı.
Babaannesinin de yardımıyla tabi.. Açıkçası biraz destek bekledim.. "Hadi bak annen yatalım" diyor demek yerine onun oyununa eşlik etmemesini, uykusunu daha da açacak etkinlikler yapmamasını (hadi spor yapalım gibi) bekledim ama .. işte ama sadece...

Saat 22:10 olduğunda bunun sonunun gelmeyeceğini anladım ve kararlı davranarak kalkıp önce ışıkları sonra tv yi kapattım.. Zaten uykudan bayılmak üzere olan Ege meğer böyle bir hareket bekliyormuş benden, salondaki yer yatağına yattı, ben de yanına tabi.. elimi tuttu ve uykuya yenik düşmesi 10 dakika bile sürmedi...

Bu akşam arka arka yaşadığımız bu kötü olayların sebebinin Ege'nin düşmesi olduğunu düşünüyorum ve biliyorum ki yanlışlarla dolu bir akşam yaşadım, yaşattım...
 Ege düştü, benim gardım düştü.. Oysa ben güçlü ve sağlam durmalıydım. Yücel'in de dediği gibi "çocuk bu düşecek tabi" yi sindirip, benim verdiğim cevap olan "düşürmesek olmaz mı, illa düşürmek zorunda mıyız" ı bir kenara bırakmam gerekirdi.. Çocuğum için önlem almalı ama delirme noktasına gelmemeliydim...  Düştü diye, ağladı diye herşeye evet demelerine izin vermemeliydim... Uyku saatini geçirmesine gözyummamalıydım... dim dim dim... işte geçmiş zaman olur ki.. 

Bu dim ler olmadı ve delirme noktasında, kafasında onlarca kötü senaryo olan bir anne gerginliğiyle günü noktalıyorum..
Ve bundan sonrası için daha dikkatli ve daha soğuk kanlı olmak için kendimi telkin etme çalışmaları yapmaya başladım bile.. 

Ve Yücel gelir, bu yazı burda biter.. Sabaha kaldı düzenlemeler.. :)))

Son bir dilekle bitireyim yazımı. Bebeler düşmesin, anneler delirmesin... 
İyi geceler...

Sevgiler.....

Not: Sabah oldu işe geldim... Uykusuz bir gece geçirdim ve hala gerginim...

10 Şubat 2012 Cuma

Uykusuz Anneler Kulübü Demişken!

Uzun bir aradan sonra bulduğum kısacık bir zaman diliminde ben de bir iki laf edeyim şu uykusuzluk konusunda..

20 aylık koca adam oldu Ege... 20 ayda hayatımızda çok şey değişti aslında... Ben şimdi kendimi uykusuz hissetsem de aylar önceyi hatırladığımda -sadece 2 saat kesintisiz uyusam bana yetecek- dediğimi anımsıyor ve an itibariyle süper uykular çektiğimin farkına varıyorum..
Tabi insanoğlu hep daha fazlasını istiyor :) Şimdi de 5 saat uyusam yok yok yetmez 7 saat uyusam derken buluyorum kendimi....

Ege'nin doğduğu ilk gün hastanedeyiz.... Arada girdiği ağlama krizleri hariç sürekli uyuyor... Hemşireler sürekli odaya gelip uyandırıp emzirmem gerektiğini söylüyorlar... Tabi denileni yapıyoruz.. Hastanede 3 gün böyle geçiyor.. Hatta son akşam 4 saat uyumamıza izin bile verdiler... Sonra eve geldik ilk 5 gün herşey normaldi sanırım. 2 saatte bi emzirmek için uyanmak bana zor gelmiyordu da Ege hiç uyanmak istemiyordu... Altını açardık her seferinde uyandırabilmek için... Gündüz eve gelen bir sürü bir sürü misafir yemek yenilen gürültülü salonda bir bebeğin uyuduğunun farkına bile varmazlardı çoğu zaman...

5 günün sonunda Ege'nin içine canavar kaçtı ve emdiği ve uyuyabildiği zamanlar hariç hiç durmadan ağlayan bir bebeğe dönüştü... Kolik miydi, hasta mıydı derken zaman içinde nasıl uyutabilirsek öyle uyutalıma döndü olay... Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi böbreklerindeki kalsiyum taşlarıymış Ege'yi o kadar çok ağlatan... Sadece memede uyuyabilen bir bebeyle aylar geçirdim...(Bu arada benim memeler tam 3 ay boyunca yaraydı ve emzirirken ağlar kendimi tutamazdım) Memeden çekince eğer aynı pozisyonda yatmaya devam ederse uykuya devam edebiliyor kıpırdatırsak hemen gözleri açılıyor ve ağlamaya başlıyordu. Meğer taşlar yerinden oynayıp canını yakıyormuş... 
Uykusuz geceler başlamış oldu benim için... Emzirdikten sonra uyumaya devam etsin diye aynı pozisyonda dizime yatırıp, Ege uyanana kadar ben de öylece otururdum... 


Yaklaşık 2 aylıktı, çığlık çığlığa ağladığı bir gece saat 03:30 falandı sanırım... Battanesine koyup sallamayı teklif ettim Yücel'e... Sallamayın diye sürekli kızan Yücel uykusuzluktan öyle bir haldeydi ki kabul etti.. 2-3 dakika salladıktan sonra sustu ve de uyudu... Bir süre uykuya devam edebildi ama sonra gene çığlıklarla uyandı. Tavanlar delindi salıncaklar yapıldı ama paşa beğenmedi, illa biz sallayacağız... Tabi kısa sürede sallanmaya alışan Ege başka şekilde uyumayı reddetti. Tabi bunların hepsinin sebebinin böbreklerindeki taşlar olduğunu biz çok sonra öğrenecektik. Sallanınca rahatlıyormuş ve uykuya dalıyormuş, durunca da gene sancı yapıyor acıyla bağırarak uyanıyormuş  :( 

Babaanne ve dedesinin Ege'yi uyutma denemesi...

İşte bu da sonucu :)))

İşe başlama zamanım yaklaştıkça uyku için yeni çözümler üretme çabalarım arttı... Emin olduğum tek şey zaten sürekli ağlayan bebeğimi bide uyku eğitimi için ağlatamayacağımdı. 

Duvara el hizasına bir kanca çakıp oraya bezin bir tarafını bağlayıp bir tarafı da elimizde olacak şekilde tek kişilik bir sallama düzeneği kurdum... Orada uyuduktan sonra da ayağımızda sallamaya devam ederek uyku devamlılığını sağladık... Kaç gece ayağımda Ege, yanımda laptop sabahladım hatırlamıyorum...  Benim gibi uyumayan Haziran Anneleriyle konuşurduk çoğu zaman ve yalnız olmadığımı bilip mutlu olurdum...İyi varsınız analar.. Hayatımdaki yeriniz vazgeçilemez biliyorsunuz değil mi?

Sadece ben değil tabi babamızda ayakta sallama mesaisine kalıyordu.

Gezmelerde resim hep aynı yere oturmuş anne ayakta sallanan Ege...

Uykusuz geceler boyunca hep pişmanlıklar yaşadım. Keşke böyle alıştırmasaydım, keşke şöyle yapsaydım diye ta ki böbrekteki hain taşlardan haberdar olana kadar. Ultrason çeken uzman sallayınca rahatlıyordur dediğinde bir ferahlık geldi bana ve bütün pişmanlıklarım hooop çöpe... :)) 
6. ayın sonunda taşlardan kurtulmuş ve uyku süreleri biraz uzamıştı ama uykuya dalma şekli değişemiyordu tabi... Çarşafta ya da ayakta sallanacaktı. Bir süre sonra çarşaf unutuldu ayakta sallanmaya başladı... Sonra da anneannemiz bize bir salıncak aldı... Tekrar tavanlar delindi salıncak asıldı ve Ege sallanırken uyumaya başladı... 

Ve bir akşam gene salıncaktayken salonda yere kurduğumuz yatağını gösterip oraya dedi... Aldım yatırdım yatağa.. Bana da yat dedi, elimi tuttu ve ellerimi okşayarak uykuya daldı...
O gün bugündür gündüz uykularımız salıncakta akşam uykularımız da annesi yanında olduğu sürece herhangi bir yerde haline dönüştü...

Genel uyku pozisyonumuz :)

Geceleri bazen 3 bazen 10 kere uyanıyor... Bazen beni görür görmez yatıp uyumaya devam ediyor, bazen gene elimi tutmak istiyor, bazen de al beni diyor yanıma geliyor... Ben onun yanındaysam eğer uyandığında beni görüp uyumaya devam ediyor...
Çalışan bir anne olmam yüzünden mi bilmiyorum ama sabaha karşı yanıma almak hoşuma bile gidiyor. Sabah beraber uyanmaktan hoşlanıyorum.. Hatta mucize yaşanan gecelerde yani Ege yanıma gelmemişse ve sabah onunla uyanmamışsam gün içinde Ege'yi daha çok özlüyorum sanki...

Bide zamanla alıştım uykusuzluğa sanırım.. Artık eskisi kadar şikayet etmez oldum.. Ve de uykusuz geceler de sinir krizleri geçirmez oldum... Hatta sabah 6 da uyanıp arabalarla oynamak isteyen oğluma kızmak yerine onunla oynamaktan zevk alır oldum... 

Ben de aynı böyle bir çocukmuşum.. Annem öyle diyor.
Ben de annem gibi uykusuz anneler kulübü üyesiyim...
İyi ki varsınız uykusuz anneler diyorum ve size sevgilerimi yolluyorum...



25 Ocak 2012 Çarşamba

Beklediğim A Ş K Geldi buldu bugün beni...

Uzun zamandır yazmak isteyip ama fırsat bulup da yazamadığım o kadar çok şey birikti ki içimde...
Unutmayayım diye küçük küçük notlar alıyorum minik not kağıtlarına.. Tabi sonra neymiş o not diye hatırlarsam ya da notları koyduğum yerleri hatırlarsam :)

Neyse; bu kadar birikmiş şey değil de bugün yaşadığım birşey beni pc başına geçirtip bu yazıyı yazmama sebep olan. Kendimden çalıp gene kendime ayırdığım bir zaman dilimi. Ütüleri bir kenara itip yaşadığım hissi paylaşma isteği, belki de yarına unuturum ya da aynı yoğunlukta hissedemem korkusu...

Uzattım da uzattım bi konuya giremedin diyorsanız çok haklısınız.. Çünkü gerçekten de konuya giremediğim için yazıyorum bu cümleleri.. Nasıl başlasam, nasıl anlatsam bilemiyorum...
En baştan başlayayım bari gerisi gelir nasılsa... Korkmayın yahu! Dünyanın oluşumundan başlamayacağım...:) 
Sadece bu sabahtan başlayacağım...

Her işe gitme sabahı olduğu gibi oflaya puflaya kalktım.. Kucağımda Ege tuvalete girdim, dişimi fırçaladım, saçımı taradım.. işte rutin sabah halleri.. Ben de herşey rutin ama baktım Ege bi başka.. Asabi, huysuz... Her zamankinden fazlaca bana yapışık... Üstümü giyinmeye çalışırken bacaklarıma yapışmış giyinmeme engel oluyor falan.. Çok şaşırdım ama işe geç kalıyordum, fazlaca üstünde duramadan Ege'yi amannesinin kucağına verip evden çıktım.. Arkamdan bağıran Ege'yi duymamak için de koştum resmen... Bu arada bizim amannemizin olduğu sabahlar böyle bir rutinimiz yok, evden çıkayım da oyuna başlasınlar diye gözümün içine bakar Ege ve en havalı şekliyle abay deyip el sallar... Aklım biraz takılmış olsa da çok düşünmemeye çabaladım, çünkü yoğun bir iş günü beni bekliyordu. Gün zaten sıkıcı olacaktı ve daha da sıkıcı hale getirmek çok akıllıca bir hareket olmayacaktı. Bu düşüncelerle çalışmaya çalışırken derinden bir ses duydum.. annecim, anladi, annecim diye.. Aaa aynı Ege gibi konuşuyor kimmiş acaba diye düşünmeye fırsat bile bulamadan karşımda Ege'yi gördüm. 
Nasıl heyecanlandığımı anlatamam.. uzun zamandır böyle bir heyecan yaşamadığımı da itiraf edeyim bu arada. O an hayatımdaki of puf lar yerini oh a.. suratımdaki sıkılmış ifade de gülümsemeye bıraktı... Şaşkınlığımı üstümden attıktan sonra sabahın hikayesini dinledim. Çok asabi, sinirli ve huysuzmuş, belki rahatlar diye alıp gelmişler uyku saati olmasına rağmen. İyi ki de gelmişler... Kısa bir ziyaret oldu ama benim için dünyalara bedeldi. Sonraki ayrılık anı gene bende tarifsiz hüzün bırakmış olsa da süper bir heyecan yaşattı diyebilirim...

Eve dönüp uyumuş Ege ve bambaşka bir ruh haliyle mutlu, neşeli uyanmış... Gün bu şekilde de devam etmiş.
Akşam eve döndüğümde herşey normal rutinindeydi.. Ege önce heyecanla beni karşılayıp sonra benimle çok da ilgilenmeden amannesinin peşinde dolaşma haline geri döndü. 
Yemek ve oyun faslı bitip sıra uyku zamanına geldiğinde uyumak istemediğini farkettim ve zorlamamaya karar verdim. Benimle zaman geçirmek istiyordu ama yatarak... Yatağımıza yattık ve başladık boğuşmaya.. zaten benimle oyun anlayışı bu Ege'nin yatacak boğuşacak.. Hep temas halinde olacak...

Ayy sonunda bana bu olayı yazdıran kısma geldim.. Ohh be... Yazacağım 2 cümle için 1 sayfa yazı yazdığıma inanamıyorum. :) 
Yatakta boğuşma halindeyken Ege biranda durdu ve beni öpmeye başladı... önce ellerimi öptü defalarca, sonra yanaklarımı, sonra dudaklarımı, sonra boynumu, sonra gene ellerimi, sonra kollarımı... :)) Kaç dakika sürdü bilmiyorum ama bir ömre bedeldi o andaki hissettiklerim... Çok mu özlemişti yoksa sevgisi mi taşmıştı bilmiyorum ama bana büyük bir heyecan yaşattı bugün ikinci kez oğlum...

Ve ben haftalardır AŞK lazım diye gezerken ortalarda, aradığım AŞKın yanıbaşımda durduğunu gördüm. 

Yani beklediğim AŞK bir gece ansızın gelip buldu beni... İyi ki geldi, iyi ki buldu... 

Hoşgeldin AŞK hayatıma, bir kez daha...





19 Ocak 2012 Perşembe

iş, ev, evdeki iş ..... imdattttt

Artık blog yazacak vaktim bile kalmadı...
Oysa ne güzel havaya girmiştim :P
Fazlasıyla yoğun iş temposu ve evdeki yapılması gerek işler beni tüketti son günlerde...
Ege'ye ayırmam gereken ve ayırdığımı düşündüğüm zaman da genel de gerginlikle geçiyor..
Ne Ege'ye yarıyor, ne bana yani...

Neyse en kısa zamanda kendime de vakit ayırabileceğim zamanlarım olması dileğiyle...

11 Ocak 2012 Çarşamba

Destek Herşeydir

Merhaba blog..
Bu sefer yazıma az sonra yazacaklarımdan utanacağım diye başlamayacağım için çok mutluyum...
Böyle hissetmemde katkısı büyük olan başta Haziran Anaları olmak üzere internetanneleri ne teşekkür ederim..
Ve yaşasın sosyal medya diyorum bir kez daha...

Geçenler de yazdığım ben kötü anneyim, tüüü bana yazımdan sonra bana destek olan, sakinleşmemi sağlayan ve hatta DANK diye kafama vuran (julyasia) herkese sevgilerimi yolluyorum...

Zira dün akşamki benzer durumdan "vicdan azabı çekmeden" kurtulmamda katkıları çok..

Efenim; şimdi olay şöyle gelişti... Bütün gün süren can sıkıntım ve akşam saatlerinde hayatıma giren başağrımla beraber eve gittim... Ege uyuyordu. 1 saat falan sonra amanne ve dedemiz geldiler. Ege onlar gelince uyandı ve ben hiç yokmuşum gibi davrandı... Ben de başağrımla o kadar yoğunlaşmıştım ki buna takılacak gücü kendimde bulamadım... Sonra yemek vs. faslından sonra baktım Ege'nin benle işi yok, Yücel de hazır evde, çıkıp bi kahve içelim dedim... Bi ara Ege bensiz uyur mu falan diye düşündüm ama o kadar işte.. Giyindim, Ege arkamdan el bile salladı.. Bu kadar umursamadı yani gidişimi, gayet de rahat uyumuş...

Sabah da tam evden çıkarken uyandı, geri dönüp öpeyim ama ağlar mı acaba diye düşünürken gittim tabi yanına.. Minik bir tebessüm ve arkasından "abay" yaptı gene bana... Öylece evden çıktım...

Bu akşam eve gittiğimde tablo ne olur bilemiyorum... Dün akşam ve bu sabah beni görmemiş olması canını sıkmış da hepsinin acısını bu akşam çıkarmayı planlamış mıdır, yoksa hiçbişi olmamış gibi davranmaya devam edecek midir? gibi sorular beynimde dönüyor olsa da bugüne kadar hiç olmayan bi rahatlık var üzerimde...

He diyeceksin ki bu kadar yaşanan şeye hiç bozulmadın mı? Bozuldum tabi, bozulmaz mıyım? ama çok takılmadı kafama açıkçası....

Dün akşam Ege'yi bırakıp dışarı çıktığım için de vicdan azabı duymadım çünkü farkına vardım ki ben de insanım... Arada bir dinlenmeye, kendime zaman ayırmaya ihtiyacım var... Ve ne mutlu bana ki böyle bir imkanım da var... Nankörlük etmemeye ve bu imkandan yararlanmaya karar verdim bundan sonra...

Beni kendime getiren herkese sonsuz teşekkürler ve sevgiler...

Sevgiyle kalın!...




10 Ocak 2012 Salı

Yeni Oyunumuz "Anneee o ne?" ve "Anneee, derde?"

Normal gelişim sürecindeki bebeme cahillikten olsa gerek hayretle bakıyorum çoğu zaman...
Oysa artık büyüyor.. yaptığı, söylediği birçok şey zaten yapması gereken şeyler ama ben birazdan normal bir anne olmadığımdan dolayı büyük tepkiler veriyorum sanırım...

İlk, "o ne?" diye sorduğunda çok üstünde durmadım açıkçası.. tesadüfen ağzından çıkmış heceler gibi geldi bana.. 1-2 gün sonra bildiği bilmediği herşeyi parmağıyla gösterip "o ne?" dediğinde olayın gerçekliğinin farkına vardım ve coşkuyla cevap vermeye başladım... Sonrası mutluluk gösterileri, "aman da benim oğlum büyümüş de o ne diye sorarmış"lar, öpücükler falan filan..

Sonra mı ne oldu?

Bu kadar sevgi gösterisinden sonra Ege gördüğü ilgiden gayet memnun; hiç durmadan, bıkmadan, usanmadan, bildiği şeyler de dahil olmak üzere "o ne?" modunda yaşamaya başladı...

Ben mi ne yapıyorum?

Zaman zaman yeeeettteeerrrrr!!! diye bağırasım gelse de henüz hiç hayata geçmedi bu hissiyatım... Hala sabırla (ama kesinlikle ilk günkü coşkuyla değil) cevap veriyorum kendisine.. Bazen duymazdan gelmeye çalışıyorum. Çalışıyorum diyorum çünkü başaramıyorum... Sesini duymadığımı düşündüğünden çığlıklarla sormaya başlıyor hala duymadığımı düşünüyorsa burnunu burnuma sokup, gözlerini gözlerime dikip "Anneeeeeeee, diyor... Mecbur bakınca da "o ne?" yi yapıştırıyor... Sonra da kazandığı zaferin mutluluğuyla sırıtarak yanımdan ayrılıp sormak için yeni birşey arayışına girişiyor...

Böyle anlatıyorum ama şikayetçiyim sanma sakın blog.. Anne serzenişleri işte...

Gelelim diğer oyunumuza... Arabayla mini bir yolculuk sırasında başladı... Arabada koltuğunda oturmak yerine ön koltuğa geçmek istediği için çığlıklar atan Ege'yi kandırmak için "aaa bak aydede bizi takip ediyor" dedim..
Ege aydedeye doğru yöneldi ve ön koltuk arzusunu unutuverdi ama 1 dakika sonra yönümüz değişince ve de büyük binaların arasında kalınca aydede kayboldu.. Ege tekrar ön koltuk sevdasını hatırladı.. hemen yeni birşey bulmalıydım ve "aydedeeee nerdesin?" oyununu buldum... Ben söylüyorum Ege bakıyor.. "dok" diyor..
4-5 seferden sonra "derdesin" demeye başladı ve yeni oyunumuz böylece hayatımıza girmiş oldu...

"o ne?" den biraz daha zorluyor bizi aslında.. Çünkü "derde" diye bağırırken neyden bahsettiğini bilmediğimiz için sinirleniyor, bağırıyor, çağırıyor.. "O ne?" oysa ne kadar güzel bi oyunmuş diye düşündürtüyor insana bu durum doğal olarak..

Dün akşam elini mama sandalyesine vurarak "derde" diye defalarca sordu.. Bu arada tipi şöyle.. Önce elini masaya vuruyor, sonra ellerini iki yana açıp "derde" diyor, bunu derken de kafasını iki yana sallıyor... Defalarca sorduğuna azıcık sinirlenmediysem bunda bu şirin hallerinin etkisi büyüktür. Elimin altındaki herşeyi gösterdim.. "Bu mu?" diyorum.. cevap "cıks" :)) en son benden umudu kesip kendi bakınmaya başladı ve "buldum" diye sevinçle bağırdı. Aradığı şey bu aralar takıldığı taçlarımdan biriymiş.. E neden mama sandalyesine vurarak sorduğunu merak ediyorsanız, ben de bu sorunu cevabını 1 saat düşündükten sonra buldum. Tacı ilk eline alıp geldiğinde mama saatimizdi ve elimizde taçla mama sandalyesine oturduk ve o gün masaya elimizle vurarak müzüik yapmaca oynadık.. Ege'nin beyninde öyle kalmış ama -e be evladım ben onu nasıl hatırlayayım da, sen "derde" dediğinde, "işte burda" diye sana vereyim... Nerde bende öyle hafıza?

Sözün özü blog; hiç durmadan "o ne? ve "derde" diyen bir bebeğe sahibim....
Ve çocukluğuma dair hatırladığım, en çok duyduğum #annesözü nü anımsıyorum...
- Lütfen biraz sus Selin!!!

Ve diyorum ki yapacak bişi yok..
Armut dibine düşer!!!


5 Ocak 2012 Perşembe

Ne yapmak gerektiğini bilememek! KAOS!

Çok dertliyim be blog.. 
Az sonra yazacaklarımdan gene utanacağım büyük ihtimalle... 
Bugünlerde ne kadar çok utanılacak şeyler yapıyorum böyle ben.. Neden acaba? 

Şöyle anlatmaya çalışayım.
Son günlerde Ege çok huysuz ve de huzursuz... Benimle beraber geçirdiği haftasonları hariç tabi.. Cumartesi pazar tadından yenmeyen bebe, haftaiçi canıma okuyor resmen...

Ya benim işe gitmem artık Ege için sorun oluyor ya da anneanne ve babaanne karmaşası yaşıyor...
Haftayı 2 ye bölüyor anneanne ve babaannemiz.. 2 gün biri geliyor, 3 gün biri.. sonraki hafta tam tersi...
Bu duruma bir isyan mıdır oğlumun dün gece delirmiş olması bilemiyorum ama ben artık dayanamadığımı hissediyorum.. Sinirlerim yıprandı, vücudum artık bu yorgunluğu kaldıramıyor... 

Bu durumumdan da etkileniyor Ege.. Ben ne kadar gerginsem O da o kadar deliriyor aslında... Her akşam eve giderken kendi kendimi telkin etmeye çalışıyorum... Sakin olmalıyım, sakin olmalıyım ki Ege de sakin olsun ve güzel bir akşam geçirelim.. İşte her zaman işe yaramıyor bu telkinlerim ve bi anda deliriveriyorum...
Zaten huzursuz olan Ege benim bu tavrımdan sonra tamamen çığrından çıkıyor... Ve bu Kaos hayatımızı ele geçiriyor...

Anneanne gidip de babaanne geldiği akşamlar yemek yenmiyor mesela kesinlikle ve asla herzamanki uyku saatinde yatılmıyor... Yani öyle 8 de yatmış olacak diye bi zorlama yok tabi... Ama uykusu geldiği her halinden belli, ayakta durmakta bile güçlük çeken ve uykusuzluktan huzursuzlanıp ağlama moduna geçmiş bebemin uyumasını istemekte haksız mıyım diye düşünüyorum sabahtan beri...

Dün akşam uyumamak için ağlayan, yatakta tepinen ve en son bana vurarak kaçmaya çalışan, hiç birinde başarılı olamayınca amaneeeee, amanneeeee diye ağlayarak babaannesini odaya getiren, babaannesinin sesini duyduktan sonra çığlıkları mahalleye yayılan oğluma bağırdığım ve tartaklamak istediğim için kendimi çok kötü hissediyorum be blog... 

Ben anne olmayı becerememiş bir anneyim sanırım... Üzgünüm, çok üzgünüm...

Bu vicdan azabıyla bütün gece uyumayan ve uyutmayan bebeğime tüm sevgimle davranmış olsam da vicdanım rahatlamış değil... İyice arızaya bağladığımı hissediyorum... Ve korkuyorum...

Bu dertler kreşe gidince son bulur diyorlar... Allerjimiz geçer de seneye kreşe başlayabilir miyiz bilmiyorum ama bu durumlara 1-2 sene daha katlanacak gücü kendimde göremiyorum malesef...

Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum.. Ne yapmam gerektiğini bilmemek beni yıpratıyor ve hırpalıyor...

İyi anne olabilmek umuduyla yazıma noktayı koyuyorum...

Not: Asıl umudum da tükenirse yandık demektir...





3 Ocak 2012 Salı

Hoşgeldin 2012...

Biri karnımda olmak üzere oğlumla 3. yılbaşı gecemiz... Bu 3 yılbaşı gecesi birbirinden oldukça farklı tabi...

2010'a girerken 3 ayı bitirmiş olan karnımdaki bebeğimle- henüz cinsiyetini bilmiyor, ama kendisini kızım diye seviyorduk- 3.ayı bitirmenin verdiği rahatlıkla saçını boyatmış ve 1 bardak kola içmek için doktorundan izin almış mutlu bir anne adayıydım... Ve üşümekten biraz korksam da kendimizi sokağa atmış, 00:00 da coşkuyla yeni yılı karşılamıştık... Ve sürekli diyordum ki Yücel'e "Seneye bebeğimiz de bizimle olacak.. Süper eğleneceğiz" ???

2011'e girerken durumun hiç de öyle olmadığının farkına vardım.. :)) 7 aylık olmuş oğlumla, evde, onu uyutma çabalarıyla geçti gecemiz ve 00:00 da ayağımda salladığım Ege'yle saçım başım dağılmış, üstüm başım perişan, gözümden akan uyku haliyle karşıladım 2011'i :)) Ama Yücel yanımdaydı ve herşeye rağmen çekirdek aile huzuruyla mutluyduk... Umudumu hiç yitirmedim.. 2012'yi karşılarken herşeyin daha güzel olacağından neredeyse emindim...

2012'ye girerken 19 aylık olmuş canım oğlumu bırakıp da dışarı çıkamacağımı farkettim.. Bundan sonra hep böyle mi hissedeceğim bilmiyorum ama yeni yıla onsuz girmenin bi anlamı olmayacağını düşündüm. Ve bu sene Yücel de yanımızda olamayacaktı... 00:00 da uyuyan oğlumu öperek, koklayarak ama bir yanım buruk karşıladım 2012'yi... 18 yıldır ilk defa Yücel'le telefonda bile konuşmadan bir yeni yıla girdim..  
Peki ya hala umudum var mı? Umudum var mı bilmiyorum ama 2013'ü karşılarkenle ilgili hiçbirşey düşünmemeye ve plan yapmamaya karar verdim... 2013 ola hayrola artık :))

Gelelim 2012'ye... 
2012 den dileğim sağlık, huzur, mutluluk... En çok da oğluma sağlık... Yeni yılın ilk günü Ege ateşlenince bunu daha iyi anladım... O hasta olunca ben beter oluyorum çünkü...

Bu yeni yıl hazırlıklarında bana yardım eden -çam ağacını süslerken, sonra dağıtıp tekrar süslerken, sonra gene :)) - canım oğlum Ege... Seneye bizi neler bekliyor çok merak ediyorum.. Ve biliyorum ki seninle bu yıl da çook hızlı geçecek ve bi bakmışız ben 2013' e girerken diye başlayan bir yazı yazıyorum...

Bakalım bu yıl bize nasıl süprizler hazırladın canım oğlum.. Heyecanla bekliyorum her yeni günü ve hadi beraber yaşayalım 2012' yi ......